ATÖLYE // K //

ATÖLYE // K //

Translate

DİYARBAKIR KENT TARİHİ

Diyarbakır, Mezopotamya’nın kuzeyinde yer almaktadır. Malatya, Elazığ,
Bingöl, Muş, Mardin, Urfa, Batman ve Adıyaman illeriyle çevrelenmiş olan Diyarbakır
ili, bölgenin tüm özelliklerini taşır. Diyarbakır kent merkezi 7 bin 500 yıllık bir geçmişe
sahiptir.
Diyarbakır’ın tarih içinde aldığı isimler konusunda değişik anlatımlar vardır.
Genel kanı, şehrin isminin zaman içinde ‘’Amidi, Amida, Âmid, Kara-Amid, Diyarbekr,
Diyarbekir’’ olarak geçtiği ve Cumhuriyet sonrası Atatürk’ün şehre yaptığı 1937’deki
son gezisinde şehri ismi ‘’Diyarbakır’’ olarak değişmiştir.
Tarihin her döneminde büyük uygarlıkların, kültürel ve ekonomik hareketlerin
merkezi olarak kabul edilen kent, birbirini izleyen değişik uygarlığa beşiklik etmiştir.
M.Ö.3000 yıllarında Hurriler’den başlayarak Osmanlılar’a kadar uzanan yoğun bir
tarihi geçmişi olan Diyarbakır’da yaşayanlar, dönemlerine ait izlerle kenti
ölümsüzleştirmişlerdir. Bu eserlerin başında, kuşbakışı bir kalkan balığını andıran
biçimiyle kenti baştanbaşa kuşatan surlar gelir. Diyarbakır surları günümüz itibariyle
uzunluk bakımından Çin Seddi’nden sonra dünyada ikinci, ama eskilik bakımından
birinci sırada kabul edilmektedir.
Diyarbakır Surlarının yapım tarihi olarak kaynaklarda yer alan bilgiler, genelde
İç Kale’nin Subaru (Huri-Mittani) Dönemi’nde yapıldığında birleşir. Surların İç Kale
dışında olan birinci bölümü Dağkapı’dan başlayarak Mardin Kapı’ya kadar uzandığı
bilinmektedir. Nusaybin’den şehre gelip sığınanlar, Efsel Bahçeleri’ne ve civarına
yerleştirilmiştir. Surlar, kuşatma tehlikelerine karşı bu yerleşimcileri de içine alacak
biçimde günümüz biçimini almıştır.
İç Kale dışında yer alan Surlarda 82 burç bulunmaktadır. Diyarbakır surlarının
toplam uzunluğu 5.500 metre uzunlukta ve yer yer değişen biçimde 7-8 metre
yüksekliğindedir. Kimi burçlar şehrin havadar olması sebep gösterilerek yıktırılmıştır.
Dağ Kapı’nın alt ve üstündeki yıkımlar, Mardin Kapı’nın Keçi Burcu’na taraf olan
bölümü, 1930’lardan kalan yıkımların izlerini taşır. Bu yıkımların önüne Fransız
araştırmacı Prof. Dr. Albert Louis GABRİEL, geçmiştir. dönemin Milli Eğitim
Bakanlığı’na yazdığı raporda tarihi eser olan kalenin ve surların yıkımının önüne
geçilmesini istemiştir. Böylelikle surlar, yıkımdan fazla etkilenmemiştir.

BÖLÜM I
1-DİYARBAKIR KENT TARİHİ
A - MİLADA KADAR DİYARBAKIR
Diyarbakır, bulunduğu konum itibariyle mevcut bölge şehirleri arasında
ayrıcalıklı bir konuma dahil edilmesi gereken şehirlerdendir.
“Amidi, Amida, Amid, Âmid, Kara-Amid, Diyarbekr, Diyarbekir, Diyarbakır”
adlarını alan bu kent, tarihin her döneminde önemini korumuş, Anadolu ile İran, Irak ve
Suriye arasında bir geçiş, bir köprü görevini üstlenmiştir. Bu konumunu devamlı
koruyan Diyarbakır, özellikle Roma İmparatorluğu’nun doğudaki en büyük sınır
kentlerinden biri olmuş, Doğu Roma, bir başka deyişle Bizans İmparatorluğu devrinde
de önemini yitirmemiş, yakın komşu bölgelerde ve Anadolu’da üretilen değerler burada
birbirine karışmıştır. İlk İslâm ordularının görüldüğü yıldan bu yana da Diyarbakır, yeni
düşüncenin ışığı altında, devamlı kültür ve sanat merkezi olma özelliğini sürdürmüştür.
Bu özelliğinden dolayı Diyarbakır, Anadoluda egemenlik kurmak isteyen
devletlerin daima sahip olmak istediği kentlerin arasında ilk sıralarda olmuştur.
İÖ 18. yy.’da Asurlu tüccarların, ticaret yapmak amacıyla Anadolu’ya geldikleri
bilinmektedir. Anadolu halkıyla Asurlu tüccarlar arasındaki bu ilişki, ekonomik ve
kültürel açıdan Anadolu’yu etkilemiştir. Bu tüccarların 250-300 eşekli kervanlarla
Anadolu’ya gelirken geçtikleri yollar Urfa-Maraş Yolu ile Adana üstünden Toroslar’ı
aşarak izledikleri yol ve Diyarbakır- Malatya Yolu’dur. Bu kervan yolu üzerinde yer
alan Diyarbakır, dolayısıyla tüccarların birlikte getirdikleri yazıyla da yazılı tarih
dönemine girmektedir.
Diyarbakır stratejik konumu açısından, kuzeyindeki dağlık arazi ve bu dağlar
arasındaki ovalarla, güneyindeki çöl karakterli ovalar arasında bir geçiş oluşturmaktadır.
Aynı zamanda bu bölge, iç bölgeleri denizlere ve liman şehirlerine bağlayan ana yollar
üzerinde bulunmaktadır. Anadolu dan başlayıp Suriye üzerinden geçerek Irak’a
gitmekte olan yol, aynı zamanda Akdeniz sahillerini Basra Körfezi’ne bağlamaktadır.
Bu yol güzergahından ayrılan ikinci bir yol, Diyarbakır üzerinden kuzeydeki dağ setini
Devegeçidi yolu ile aşıp, Elazığ ve Sivas üzerinden Samsun’a inmekteydi. Bu yolla
Mezopotamya ile Karadeniz sahilleri arasındaki bağlantı, Diyarbakır üzerinden
kurulmaktaydı. Diyarbakır’dan ayrılan üçüncü bir yol ise, Bitlis ve Van Gölü Havzası
üzerinden Azerbaycan ve İran’a bağlanmakta idi.
Tarihin birçok dönemine tanıklık etmiş olan Diyarbakır kenti ve civarı, farklı
dönemlere ait pek çok eseri içinde barındırmış ve yapılan kazılar sonucunda elde edilen
bulgularla kent tarihi bir nebze olsun aydınlatılabilmektedir. Diyarbakır tarihinin, en
erken M.Ö. 3000 yılına kadar uzandığı bilinirken, son zamanlarda yapılan araştırmalar
sonucunda uygarlık geçmişinin M.Ö. 7500 yıllarına kadar indiği belirlenmiştir. Yazılı
tarih dönemine yörede yaşayan ilk uygarlığın Huri ve Mitanniler olduğu bilinmektedir.
Diyarbakır'ın ismi üzerine değişik varsayımlar öne sürülmekte ise de yaygın
görüş şudur: “Diyarbakır şehrinin adı, M.Ö. 1300 yıl öncelerinde yaşamış bir Asurlu'ya
ait kılıç kabzasında 'Amid' olarak görülmektedir ve aynı adın M.Ö. 305 yılına kadar
bütün Asur belgelerinde de kullanıldığı bilinmektedir.”
Şehrin ne zaman kurulduğu hakkında kesin belge ve bilgilerden yoksunuz.
Şehrin kuruluş tarihi ve yeri kesin olarak bilinmemekle birlikte, bazı kaynaklarda,
şehrin doğusunu sınırlandıran, Dicle nehri seviyesinden yüz metre kadar yükseklikte
bulunan Fiskayası isimli sarp kayalığın ve İçkale'nin, ilk yerleşme yeri olarak kentin
çekirdeğini oluşturduğu sanılmaktadır. En az beş bin yıllık bir geçmişe sahip olan
Diyarbakır, kurulduğu günden beri yeri değişmemiş ender kentlerdendir. Bugünkü
Diyarbakır’ı da içine alan Fırat ve Dicle Nehirleri’nin suladıkları Subaru denilen
bölgede yaşayan Huri topluluğu, M. Ö. 2000’de Huri ve Mitanni olmak üzere iki siyasal
birliğe ayrılmıştır. Mitanni Krallığı’nın zayıflaması ile Hittitler’in gözetimi altında
Mitanni toprakları M.Ö. 19. yy.’ın sonlarında Asurlular’ın egemenliği altına girmiştir.
Huri ve Mittanni egemenliği sonrasında Asur topraklarına katılan Diyarbakır,
amansız savaşların içine girmiştir. M.Ö. 1400-1350 yılları arasında, Amarna döneminde
büyük Asur Kralı Asur-Uballit(M.Ö. 1380-1341) devletin başına geçmiş, Asur’u Babil
ve Mittanni egemenliğinden kurtarmış ve Hittit’lerle birlik olup Mittanni devletinin
parçalanarak ortadan kalkmasını sağlamıştır.
Diyarbakır'da birinci Asur egemeliği dönemi yetmiş yıl kadar sürer, ikinci
egemenlik dönemi ise Tiglatpileser ile başlamış olup altmış yıl kadar sürmüştür.
Mitanniler’den sonra bölgeye egemen olan Asurlular(M.Ö.1260-653).
döneminde Diyarbakır’a Amidi veya Amedi denildiği Asur hükümdarlarından Adat-
Nirari (M.Ö.1310-1281)’den kalma bir kılıç kabzasındaki yazıdan ve M.Ö. 800, 762,
705 yıllarına ait Asur valilerinin isimlerini bildiren belgelerden anlaşılmaktadır.
I. Tiglatplasar’ın M.Ö. 1116 yılındaki seferiyle ikinci defa Asur yönetimine
geçen Amidi, altmış yıl kadar 'Nemrud' olarak anılan Asur hükümdarlarına bağlı kaldı.
1050 yıllarında Asur’un çok zayıflamasından faydalanan, Sami göç kollarından olan
Aramiler, Suriye üzerinden ilerleyince yerli yerel beylikleri yenerek yönetimleri altına
almışlardır. Bu sebeple Fırat-Dicle nehirlerinin yukarı kesimlerinde küçük küçük Aramî
beylikleri kurulmasıyla Amid, M.Ö. 900-825 yılları arasında yaşanan Bit-Zamani
(Zamani Hanedanlığı) krallığının merkezi olmuştur. M.Ö. 825’de Bit-Zamanî krallığını
ortadan kaldıran III. Salmanasar’ın fethiyle başlayan üçüncü Asur egemenliği 50 yıl
sürmüştür.
Van ve çevresinde “Nairi” adıyla anılan Urartular'ın, Asur baskısıyla kuzeye
kaçan “Hurri-Mitanni ve yerli halkın kaynaşmasından oluşmuş” bir halk olduğu
düşünülmektedir.
Menua dönemine ait yazıtlarının çoğu Van Kalesi içinde bulunmaktadır. En
önemlisi Şamramsu Kanalı’na ilişkin yazıttır. Menua’ın oğlu I. Argişti (785-760)
döneminde, Asurlular henüz toparlanamamıştı. I. Argişti ve III. Sardur dönemlerinde,
Urartu Devleti’nin sınırları, doğuda Zagros Dağları’ndan, Kuzeybatı’da Palu ve
güneybatıda Halep’e kadar uzanmaktaydı.
Asur Kralı II. Sargon, (M.Ö. 725-705), Urartular'a karşı topraklarını
genişletmiştir. II. Sargon’un indirdiği kesin darbeden sonra da Urartu Krallığı artık
bölge için bir tehlike olmaktan çıkmıştır.
M.Ö. 713’de İskitler, Azerbaycan’a doğru yayılmışlardı. Büyük kralları Maduva
(Alp-Er-Tunga = Afrasyab) döneminde Azerbaycan, Anadolu, Suriye ve Filistin’in,
hatta İran’ın bir bölümünü istila eden İskitler, Diyarbakır yöresini de içine alan bir
egemenlik kurmuşlardı. Bu egemenlik M.Ö. 653’den itibaren 28 yıl sürmüştür.
İskitler, zaman içinde güçlenen ve yayılımını güneye doğru sürdüren Med Kralı
Artakserkses’e karşı direnememiş ve Diyarbakır dahil topraklarını kaybetmişlerdir.
Hatti beylikleri ve Babil Krallığı’yla anlaşıp Asur Krallığı’nı tarihten silen Med Kralı
Artakserkses, böylece Kızılırmak’a dek uzanan toprakları devletine katmıştır.
Pers Kralı II. Kuros, Med Devleti’ni ve egemen olduğu yerleri kolayca yönetimi
altına aldı(İ.Ö.550). O dönemde Persek (köle, dilenci) diye anılan Persler efendi
konumuna geçerken, Medler köle durumuna düştüler. Pers hükümdarı II. Darius,
Makedonya Kralı İskender tarafından yenilince M.Ö. 330’da Besos isminde bir satrap
tarafından hançerle öldürüldü ve böylece Pers imparatorluğu tarihe gömülmüş oldu.
Diyarbakır, İskender’in Mezopotamya’yı eline geçirmesi ile M.Ö. 331 yılı sonbaharında
yönetimi altına girmiştir.” İskender’in ölümünden sonra komutanları arasında taht
kavgalarında üstünlük sağlayan Seleukos, Babil’e yerleşerek bölegde krallığını ilan
etmiştir(İ.Ö. 306). Daha sonra, Dicle üzerinde Seleukia kentini kurmuş ve başkenti
yapmıştır. Bu dönemlerde Trakya’dan Anadolu içlerine doğru en Galat’ların (Kelt ya da
Galyalı) Anadolu’ya göçü başlamıştı ve eski Med-Pers bölgelerinde Part Devleti
kurulmaktaydı(İ.Ö.248). Öte yandan Seleukid Devleti arka arkaya iç kargaşalarla
sarsılmakta idi. Seleukid Kralı Demetrius Partlar’la yaptığı savaşta yenildi ve böylece
Diyarbakır’la birlikte Yukarı Mezopotamya, Partlar’ın eline geçmiş oldu(İ.Ö.140).
Amida, M.Ö. 140 tarihinden itibaren Part Hükümdarı Mitridates’in egemenliğine
girmiş ve Partlar ile Romalılar sınır komşusu olmuştur.
Partlar’ın Armenia kralı Tigran saldırılarına karşı direnemeyerek, M.Ö. 87
yılında toprak kaybetti. Tigran'ın kazandığı büyük zafer sonunda krallığına kattığı
birçok yer arasında Diyarbakır ve çevresi de bulunmaktadır.
Büyük Tigran dönemi 20 yıl sürmüştür. İ.Ö. 69’da Romalı Komutan Lucullus,
Armenia Kralı Büyük Tigran’ı kesin yenilgiye uğratınca, Diyarbakır’ı da içine alan
geniş bir toprak parçası Roma egemenliğine girdi.

ROMA DÖNEMİNDEN İSLAM DÖNEMİNE KADAR DİYARBAKIR
Lucullus yenilgiye uğrattığı kuvvetleri izleyerek, Tigran’ın başkenti
Tigranokerta kentine girdi ve tahrip etti. Nusaybin dışında tüm Diyarbakır bölgesine
üstünlüğünü kabul ettiren Roma Ordusu, Corduene’ye (Karduklar ülkesine) yürüdü.24
Roma ve Part arasındaki kapışma şiddetlenirken Diyarbakır da Partlar'a geçmiştir.
Ancak Romalılar Part Devleti’ni devirmek istiyorlardı ve Romalı komutan Crossus İ.Ö.
53’te Fırat’ı geçerek 50.000 kişilik ordusuyla Urfa’daki Abgar Krallığı üzerine
yürüdüyse de Urfa’nın güneyindeki Kabre(Harran) Ovası’nda Part Kralı I. Orod’un
süvari kuvvetleri komutanı Süren’e yenildi. Böylece Diyarbakır yöresi yine Partlar'ın
eline geçmiş oldu. Romalıların M.Ö. 38’de yaptıkları savaşla tekrar Diyarbakır
Partlar'dan alarak M.S. 53' e kadar ellerinde tutmuşlardır.25
Part Hükümdarı Vologaes önce Doğu Anadolu’yu ele geçirmeye çalıştı.
Artaksata, Tigranokerta kenterini aldı, kardeşini I. Tiridat adıyla Artaksata (Armenia)
tahtına oturttu. Bu sayede Diyarbakır ve çevresi yeniden Part yönetimine geçti. Partların
bu zaferleri karşısında Neron, Romalı Komutan Corbulon’u doğuya gönderdi.
Romalılar, Taron(Muş) bölgesini Tigranokerta'ya kadar dek geri aldılar. Diyarbakır ve
çevresi Doğu Anadolu ile birlikte yeniden Roma Egemenliği altına girmiş
bulunuyordu.26 Romalılar ile Partlar arasında Diyarbakır ve civarı, M.S. 161 ve 208
21 Yurt Ansiklopedisi 1982, s. 2233; Abakay 2005, s.11.
22 Yurt Ansiklopedisi 1982, s. 95.
23 a.g.e., s. 2233.
24 a.g.e. s. 2233.
25 a.g.e. s. 2233.
26 a.g.e. s. 2233.

yılında iki kez el değiştirmesine rağmen Roma hakimiyeti M.S. 226 senesine kadar
sürmüştür.
Partların ortadan kaldırılmasıyla, yerlerini Perslere hakim olan, Sasaniler
hanedanlığı almıştır. Pers-Sasani'ler, Romalılar’ın güçsüzlüğünden yararlanarak, Pers
İmparatorluğunu yeniden kurma çabasıyla, Kuzeybatı Mezopotamya ve Nisibis’i ele
geçirdiler(M.S.237). II. Şapur yönetiminde Sasaniler, Diyarbakır, Mardin ve Nusaybin’e
kadar geldiyse de (M.S. 338) gerek Amida (Diyarbakır) gerekse Nisibis(Nusaybin),
teslim olmamıştır. Diyarbakır, II. Constantinus döneminde surlarla çevrilmiştir. Kente
Avgusta adı verildiyse de bu ad benimsenmemiş ve adı Amid olarak kalmıştır. M.S.
359’da II. Şapur, büyük bir ordu ile yöreye gelerek kenti zorlu savaşlardan sonra ele
geçirmiştir. M.S. 363’te İmparator İulianus (361-363) Sasaniler'in saldırılarını
püskürtmek üzere bölgeye gelmiştir.27 Bu arada yerine geçen İovianus Diyarbakır
Roma’da kalmak üzere bir barış imzalayarak, Sasaniler'e güneydoğu ve doğuda bir çok
toprak bırakmıştır. Bu nedenle dir ki, bu anlaşma “Uğursuz İovianus Anlaşması” olarak
anılmıştır.28 Büyük Theodosius’un M.S. 395'te ölümüyle Doğu-Batı olarak ikiye ayrılan
Roma’nın doğusu Arcadius’a düşmüştür. Bizans İmparatorluğunun Hıristiyanlaşmasıyla
Edessa(Urfa)’da başlayan gelişmeler, Amida(Diyarbakır)’ya da yansımıştır. Ak-
Hunların Amida’ya yaptığı akınlar, önceleri önemsenmemiş, daha sonra Bizanslıların
duruma hakim olmasıyla Ak-Hunların saldırıları püskürtülmüştür. Sasani Hükümdarı
Perviz, Hunlarla bir anlaşma yaparak Hunların sınırlarını tanımışsa da yaptığı bir
savaşta esir düşmüştür. Otuz katır yükü gümüşün on yükünü veremediği için oğlu
Kubad’ı rehin bırakmıştır. Oğlunu rehin almaktan kurtaran Perviz öldürülünce, Balaş
Perslerin başına geçmişse de Persler onun gözlerini kör edip yerine Perviz’in oğlu
Kubad’ı geçirerek hükümdar değişimini gerçekleşmişlerdir.29
Kubad'ın Armenyalı'ların tekrar Pers inancına uyması için gönderdiği ordunun
ve komutanının ortadan kaldırılması üzerine, Anastasius, Perslerin teklifi reddettiği için
Armenyalı'ların Bizans egemenliğini kabullerine sıcak bakmamıştır. Böylece
Armenyalı'lar, Persler karşısında tek başlarına kalmışlardır.
27 Yurt Ansiklopedisi 1982, s. 2234.
28 a.g.e. s. 2234.
29 Abakay 2005, s. 14.
İsavriyalılarla savaşan Kubad, Perslilerce öldürülmek istenmişse de rehin olarak
kaldığı Ak-Hunlar’a sığınmıştır. Kız kardeşiyle evli Hakan’ın yeğeniyle evlenmesi
sebebiyle ismi “Kavad” olarak anılmıştır. Kubad eniştesinden (Kayınbabası) aldığı
destekle Perslerin başında bulunan kardeşi Zamasp’ın üzerine yürümüştür.
Hun Hakan'ının yeğeniyle evlenen Kubad, hakanın damadı olma hesabını göz
önünde tutan Perslilerce tekrar hükümdar tanınmıştır. Ateşe tapacaklarına söz veren
Armenyalı'lara fazla ilişmeyen Kubad, Romalılara karşı savaşmak için Arap Tamuraye,
Kadisaye ve Tayyaye devletlerinin desteğini almıştır. Kubad, Hunların desteğiyle
Erzurum’u alıp Mezopotamya’ya yönelmiş, M.S. 5 Ekim 502’de Amida’yı kuşatma
hazırlığı yapmıştır. Roma İmparatoru Anastasius Rufinus eliyle Kubad’a para
göndererek barışı teklif etmiştir. Kubad Amida’yı kuşatırken surlar da içerideki halk
tarafından kuvvetlendirilmiştir. Fakat Kubad’ın yaptığı yığma tepeden başlayan
mancınık ateşi surlara zarar verince, halk lağım açıp tepeyi içten oyarak stratejiyi
bozmuştur.
Kubad, kuşatma için hazırlattığı yığma tepenin çökmesiyle moral çöküntüsü
yaşamışsa da, diğer kuvvetleriyle çevreyi kontrol ederek Amida’daki yığma tepeyi taş,
ağaç zemini üzerinde kıl-yün ve çadır bezi dokümanlarından torba-yastık yaparak, içini
toprak- taş karışımıyla doldurup tepeyi oluşturmaya başlamıştır. Amid'liler karşı
koyarak taş fırlatan mancınıklarla tepeyi yıkmışlardır. Üç aylık kuşatmada elli bin asker
kaybeden Kubad, buna rağmen kuşatmayı kaldırmamıştır. Mar-Yeşua’dan özetleyerek
verilen “Kuşatma ve Savunma”da Amida’nın oldukça yıprandığı, tahribata uğradığı
görmektedir. Mar-Yeşua, Kubad’ın şehri alışını şu şekilde belirtir: “Amidliler ise,
zaferlerinden, o kadar sarhoş olmuşlardı ki dikkatsizlik gafletine, düşerek artık eskisi
gibi bir gayretle surları koruyamadılar. Hava soğuk olduğundan M.S. 503 yılının Ocak
kanunun 10. günü sur koruyucuları fazla şarap içmişlerdi. Gece olunca derin bir uykuya
daldılar. Bir takımları, hava yağmurlu olduğundan nöbetlerini bırakarak şehre, evlerine
barınmaya gitmişlerdi. Ya bu ihmalcilik yüzünden, ki biz öyle sanıyoruz veya ihanetten
dolayı, ki halk böyle düşünüyordu ve yahut da yine Tanrı’dan gelen bir ceza olarak, kapı
açılmaksızın, sur delinmeksizin bir merdiven vasıtasıyla İranlılar Amid, surlarının
hakimiyetini ele geçirdiler. Şehri harap ederek, servetini yağmaladılar”.30
30 Abakay 2005, s. 14.

Mar-Yeşua, kilisesinin soyulduğunu, şehirde ihtiyarlarla sakatlar ve kendilerini
gizleyenlerden başka halkı tutsak alarak götürdüklerini belirterek, şehirdeki
çarpışmalarda ölenlerle boğazlananların sayısının seksen binden fazla olduğunu belirtir.
Kubad, yaptıklarından sonra Anastasius’a “ Ya para gönder yahut da savaşı kabul eyle”
teklifini yinelerken, Anastasius’un savaş hazırlıklarına girişmesine sebep vermiştir.
Anastasius’un öncü kuvvetleri on iki bin askerden oluşturulmuş, komutanlıklarına da
Areobindas, Patricius ve Hypatius getirilmiştir. Sadece Urfa’dan askerler için altı yüz
otuz bin ekmek gönderilmiştir. Kubad kuvvetleriyle yer yer çarpışan Bizanslılar,
zamanla geri çekilmiş, bu başarı Urfa’yı kuşatmaya varmışsa da Urfa alınamamıştır. 25
Aralık 503’te Bizanslılar, Mezopotamya’daki, vergileri bağışlayarak halkla bütünleşme
yolunu seçmiştir. Bizanslıların Amid’i kuşatmaktan vazgeçme görünümünü,
Sasaniler’in bir kısım kuvvetlerini Amid kalesinden Urfa-Sincar çevresine göndermesini
sağlamıştır.
Urfa’da sekiz yüz elli bin ekmek ve peksimet hazırlayan Bizanslılar, Patrikius’un
Amid surları altında kazdırdığı mağara ile sonuca ulaşma isteği başarısızlıkla
sonuçlanmıştır. Sasaniler’in şehir halkına yiyecek ambargosu koyması, şehirde korkunç
kıtlığa sebep olmuştur. İnsanın insan etini yemesine varan kıtlık, halkı güçsüz
bırakmıştır. “Şehri Bizanslılara teslim edebilirler” endişesi ile eli silah tutan tüm
erkekleri bağlayarak açlıktan ölüme terk eden Sasaniler, kadınları da buğday öğütme ve
ekmek pişirme için çalıştırmıştır. Kuşatmanın uzaması, kadınların ihmaline yol açmıştır.
Mar Yeşua “Buradaki kadınların yaptıklarını anlatırken belki de bizden sonra
gelenleri inandırmış olamayacağım” diyerek kadınların rastladıkları, güçleri yettikleri
erkek, kadın çocuk kim olursa öldürerek, onları açlıktan dolayı yediklerini, daha önce
gizli yapılan bu vahşetin cesetleri yeme serbestliğiyle açıkça yapıldığını belirtir.
Bizanslılar, kuşatma süresince ihtiyaçlarını karşılamış, Urfa ve çevre
köylerinden altı yüz otuz bin ekmek daha getirilmiştir. Kubad’ın umutsuzluğa düşmesi,
elindeki bir kısım rehineleri de barış umuduyla bir komutanıyla Bizanslılara elçi olarak
gönderimi Anastasius’un komutanı Magistos’la anlaşmasını sağlamıştır.Sasanilerin Amid’i terk etmeleriyle birlikte Bizans imparatoru Anastasius ölmüş,
yerine geçen I. Justinianus imparator olmuştur. I. Justinianus’un Kubad’a para yardımını kesmesiyle birlikte Dara ve Nisibis'in Kubad tarafından kuşatılmasına sebep olmuştur.
Yirmi üç yıl süren barış, savaşa dönüşmüştür. Kubad’ın ölümüyle I. Husrev Nuşirevan
M.S. 531’de tahta geçerek ılımlı siyaset izlemiştir. Bizanslıların Hunları İran üzerine
kışkırtmasına karşılık, M.S. 540’ta Bizans topraklarına giren I Husrev Nuşirevan,
Antakya’ya kadar olan bölgeyi işgal etmiş, Armenya’ya göz dağı vermiştir. M.S. 546
savaşında Sasanîler’in vergi hakkı doğmuş, M.S. 573’e kadar olan sessizlik M.S. 577’de
Azal Mahan’ın Meyyâfârıkîyn, Amid, Resülayn ve Mardin şehirlerini almasıyla
sürdürmüştür.32 Amid, Bizans–Sasani çekişmesiyle bir çok defa el değiştirmiştir. M.S.
582’de İmparator Maurikios, Batman suyu batısındaki yerleri Bizans topraklarına
katınca, hoşnutsuzluk boy göstermiştir. Phokas’ın M.S. 602’de imparator oluşuyla savaş
yeniden başlamıştır. Sasaniler Dara kalesini, Meyyâfârıkîyn’i alarak, Amid’e inip
Mardin’i topraklarına katmışlardır. Phokas'tan sonra imparator Herakleios, Sasani iç
çekişmesini fırsat bilerek M.S. 602’de Amid’e kadar gelerek, Sasanî topraklarının
önemli kısmını almıştır. Sürekli savaşan Bizans – Sasanî kuvvetleri arasındaki iktidar
mücadelesi, her iki devleti yıpratmıştır. İktidar olma mücadelesinde yedinci yüzyılın ilk
çeyreğinde yorgun düşen Sasanîler, Bizans karşısında mağlubiyeti kabullenmişlerdir.

YAŞASIN SANAT...