AÇIK ALANLARDA HEYKEL-ÇEVRE
İLİŞKİSİ : Günümüz kentlerinde sıkça rastlanan sağlıksız kentleşme toplumsal yaşamı
olumsuz yönde etkilemekte ve verimliliği azaltmaktadır. Bu koşullarda insanlar
kente özgü yaşam biçimi ve davranış kalıplarını benimsememekte, kentsel çevreye
uyumlu bir katılım sergilemekte zorlanmakta, dolayısıyla “kentlileşememektedirler”.
Sağlıklı bir kent yaşamı sağlanması ancak kentsel yaşam kalitesinin yükseltilmesi
ile olasıdır. Kaliteli bir kentsel yaşam ise; eşitlik, sağlık, refah gibi sosyal
bileşenlerle ilişkili olduğu kadar kaliteli kentsel mekanlarla da ilişkilidir. Relph ve
Canter’e göre, kaliteli ya da başarılı kentsel mekanlar, oradaki etkinlikler ve algılanan
deneyimlerin yanında fiziksel yapı ile de ilgilidir. Bu üç bileşen, mekanda canlılık
(vitality) oluşturacak biçimde tasarlanmalıdır. Bentley et. al. (1985)’e göre ise
kentsel mekanda canlılık, duyum zenginliği (richness) kavramıyla ifade edilmiş;
bunun hareket, koku, görme, dokunma gibi duyulara hitap eden tasarımlarla sağlanabileceği
belirtilmiştir. Görme duyusu bilgi alımında en karmaşık ve kontrolsüz
olandır. Görsel duyum zenginliği için renk ve dokuda zıtlık, tekrar, izleme mesafesi,
izleme süresi gibi bileşenler etkili olmaktadır. Duyum zenginliği ve görsel uygunluk
özellikle kentin yayalaştırılmış mekanlarında elde edilen tatmin düzeyinin
belirleyicisidir Kentsel mekanlarda plastik elemanlar olarak ortaya çıkan heykeller, kentsel
peyzajı (townscape) oluşturan diğer elemanlarla (binalar, bitkiler, diğer kent
mobilyaları...) birlikte kentsel yaşam kalitesinin yükseltilmesine katkıda bulunmaktadırlar. Özellikle kamusal alanda yer alan heykeller görsel duyum zenginliğine
katkıda bulunarak mekanın estetik kalitesini artırırlar.
Heykeller insanları bir araya getirip kaynaştırma, kültür alışverişini sağlama
gibi işlevlere sahiptirler. Ayrıca heykeller özgün belirleyici özellikleri ile alanda
gerçekleşen etkinlikler ve elde edilen diğer deneyimler ya da algılarla birlikte
mekana ve kente ilişkin bireysel ve/veya toplumsal imgeler oluştururlar. Özgün
belirleyici, “sınırlı alanlarda görünür” ve “lokal” özellikte olabileceği gibi, kent
ölçeğinde de etkili olabilir. Kent ölçeğindeki özgün belirleyici, geniş bir toplulukça
paylaşılan bir ana referans noktası niteliğindedir. Bu, belli bir mesafeden ve pek
çok açıdan algılanabilen, genellikle daha alçak binaların aralarından ve çatılarından
görülebilen bir “işaret”tir. Bütün özgün belirleyici tipleri gözlemcinin kentsel mekanı
okuması ve anlamasında, böylece hatırlanabilir bir kentsel peyzaj oluşumunda
önemlidir. Özgün belirleyiciler; doğal elemanlar, binalar ve bina olmayan dekoratif
elemanlar olmak üzere sınıflandırılabilirler. Bu kapsamda doğal elemanlar; nehirler,
ağaçlık ve çalılık alanlar olabilir. Bina olmayan dekoratif elemanlar; binalara
göre daha küçük ölçeklerde etkili olan heykel, havuz vb. plastik elemanlardır. Bina
niteliğindeki özgün belirleyiciler ise, çevresindeki yapılı biçimler üzerinde daha
baskın etkisi olan ya da onlarla zıtlık sergileyen yapılardır. Bu yapılar dekoratif
olmaktan çok kente ait anıtlar olarak işlev yüklenmektedirler5. Cullen (1961)’e
göre peyzaja eklemlenen bu binalar heykel olarak kendilerini ifade etmektedirler Bu yapılar örneğin Sydney’deki Opera House’da olduğu gibi kentsel mekanın kalitesini
artırarak kentsel imge oluştururlar (Şekil 1). İstanbul camileri de özgün belirleyici
özelliklerinin yanında gökyüzü hattını dekore ederek bu işlevi yerine getirmektedir
Açık Alan Heykelciliğinin Tarihi Gelişim Süreci
Dünya tarihinde sanat eseri ilk kez İ. Ö. 50 000 sıralarında ortaya çıkmıştır.
Buzul Çağı’nda yaşamış olan ve “Cre-magnon” olarak adlandırılan insan tipi ilk
kez heykel ve resim yapmıştır. Buzul Çağı’ndan sonraki Orta Taş ve Yeni Taş çağlarında
kadın, su ve boğa figürleri bereket sembolü olarak tasvir edilmiş, pişmiş
toprak ve taştan mezarlar ve bir takım figürler oluşturulmuştur. Bu çağlarda figür
oluşum sürecinde soyutlama ve biçim titizliğinden söz edilebilir12 (Şekil 2 ve Şekil
3). Aynı dönemde ataların ruhlarını kutsallaştırma dini olan Manizm ile birlikte
pirimitif halk sanatı olarak büyük heykeller ortaya çıkmıştır. Bu dönemlerde totemizm
de sanatsal çalışmalara olanak vermiş, totemlere tapanlar tarafından önemli
heykeller yapılmıştır.
Mısır heykel sanatının ilk örnekleri de firavun ve tanrı heykelleri, obeliskler
(dikilitaşlar) ve rölyefler olarak ortaya çıkmıştır. İ. Ö. 2550 yılında yapılmış
olan firavun Kefren’in büyük piramidindeki heykeli blok anlatım ve tam vücut
biçiminin en güzel örneğidir . Mısır uygarlığında olduğu gibi, tarihi İ.Ö.
5000 - 4000 yıllarına uzanan Mezopotamya uygarlığında da savaşçı heykelleri
kapı, kale ve tapınak kenarlarına yerleştirilmiştir13. Grek sanatında heykel mimariiçerisinde yerini almış, mimari de heykel özelliği taşımıştır. Roma Dönemi’nde ise
adeta Roma’nın kudretini belgeleyen anıtsal nitelikte zafer takları ve hükümdarların
zaferlerinin anısına sütunlar yapılmış, daha sonra bu eserler 1500 tarihinden
itibaren bazı Avrupa ülkelerinde (İtalya, Fransa, İngiltere, Almanya gibi) taklit
edilmişlerdir . Ayrıca dünyada ilk kez hükümdarların atlı heykelleri
Roma Dönemi’nde yapılmış ve açık alanda sergilenmiştir.
Gotik Dönem’de heykel, yapının içinde ve cephelerinde yer alan nişlerde
görülmüştür. Bu dönemde mezar heykelciliği de gelişmiştir. Rönesans Dönemi’nde
heykel, meydanların merkezinde, bina girişlerinde, kimi zaman da mimari ile bütünleşik
olarak görülmüştür. Özellikle katedrallerde dini figürleri konu edinen heykellere
bolca yer verilmiştir. Atlı kahraman heykeli geleneği bu dönemde de devam
etmiştir19.
Barok Dönem’deki heykeller, bir yapıya son görünüşünü vermek üzere
süsleme amacıyla yapılanlar ve kelimenin gerçek anlamıyla tek başına bir eser
olarak yapılanlar olmak üzere ikiye ayrılır. Rönesans Dönemi’nde de görülen, bir
dizi heykelin genellikle yapının çatı kısmına yerleştirilmesi olayı bu dönemde geleneksel
bir üslup şeklini almış, bu durum bahçe duvarı ve köprü korkuluklarında
da uygulanmaya başlamıştır
“XIX. yüzyılda heykel artık halk arasında yer alan bir sanattır ve bünyesi
bakımından daha çok halka açık olan meydanlarda ve büyük aristokratik yapılarda
yer alabilmektedir. Bu yüzden gerek kilise, gerekse devlet sanatçının yanında değildi.
Ancak henüz çağın ve ulusların önemli kişileriyle ilgili heykellerin meydana
konulması bir devlet görevi olarak benimseniyordu”23. Dönemin heykeltıraşlarından
Auguste Rodin, ilk kez Fransa’da bir kent olan Calais Kenti’nin belediye başkanının
siparişi üzerine, geçmişte yaşanan bir olayı anıt olarak tasarlamıştır.
“Calais eşrafları” adlı bu ünlü anıt bugün Calais kent merkezinde yer almaktadır
(Şekil 9). “Böylece binlerce yıldır süregelen heykel sanatı içinde ilk kez anı yaşatan
bir anıt halkın içinde yer alacak, bu anıt sıradan bir tasvir değil, bir yaşam olayının
dökümü olacaktır”24. XX. yüzyıl heykeltıraşlarından Constantin Brancusi’nin
“Sonsuz Sütun”u ise figüratif akımlara zıt, yalın ve ileri derece soyutlamanın görüldüğü
bir anıt niteliğindedir. 37 m yüksekliğindeki heykel Romanya’da Tirgu Jiu
Parkı’ndadır. Yapılan bu öncü çalışmalar daha sonraki dönemlerde
görülecek olan heykel çalışmaları için önemli birer adım olmuşlardır.
Buzul Çağı’ndan itibaren farklı biçimlerde heykel uygulamaları görülmektedir.
Heykeller XIX. yüzyıla kadar daha çok figüratif uygulamalar olarak ortaya çıkmışlardır. Bu heykeller, tarihi gelişim süreci incelendiğinde estetik yönleri göz
ardı edilememekle birlikte öncelikle dini ve sembolik amaçla oluşturulmuştur. Öyle
ki; örneğin klasik Yunan sanatı başarısını mitolojik kişiler, tanrı ve yarı tanrı heykellerine
borçludur. XIX. yüzyıldan itibaren heykel birincil olarak estetik kaygıyla
oluşturulmaya başlanmış, yeni malzeme ve teknolojilerle desteklenerek gelişimini
sürdürmüş, kamuya açık alanlarda daha sık sergilenmeye başlamıştır
1960’lı yıllarda “arazi sanatı” olarak anılan, sanatın lüks sayılan özelliklerine
karşı bir düşünce olarak ortaya çıkmıştır. Bu uygulamalar alışılagelen sanat
eserlerinden oldukça farklıdır. Buna göre araziye yeni biçimler verilebilir ya da bir
tarlada tırmıkla çeşitli şekiller oluşturulur. Oluşturulan eserler ancak uçaktan kavranabilir;
fotoğraf, video aracılığı ile görülebilir, sanatçı ise bunların satışı ile kazanç
elde eder. Burada doğa ve zaman önünde insanın küstahlığına karşı bir tepki
söz konusudur
Genel bir tanımlama ile, Rönesans’tan başlayarak oluşturulmuş anıtheykeller
meydanda baskın etkiye sahiptir. Modern sanatla birlikte heykel bu özelliğini
kaybetmiş ve kentten adeta dışlanmıştır. Çünkü modern sanat birdenbire
sanatın kendi iç sorunlarına yönelmiş, XX. Yüzyıl’ın başında ise kent sorunu ile
uğraşma olanağı kalmamıştır31.
Türkler’in tarihine bakıldığında ise zafer kuleleri, kule türbeler, dikilitaşlar
ve gözetleme kuleleri anıtsal yapılar olarak ortaya çıkmaktadır. Camiler ve kümbetlerin
de aynı anıtsal etkiyi oluşturdukları söylenebilir. Selçuklu Dönemi’nden
beri mimaride görülen taş yontu süsleme ve kabartmalar ya da Anadolu’da
şamanizm etkisi ile oluşturulmuş hayvan biçimli mezar taşları da heykel kapsamında
değerlendirilebilirler. Batı anlamında heykel sanatı ise Osmanlı’da Tanzimat
Dönemi’nden sonra gelişmiş, Lale Devri’nde Barok ve Rokoko üsluplarından etkilenen
mimaride geleneksel bezeme motifleri kabartma heykellere dönüşmüştür. Bu
dönemde özellikle çeşmeler birer meydan heykeli görünümündedirler. Aynı dönemde
padişahlar için heykel özelliğinde nişan taşları dikilmiş; yapıların dış duvarlarında,
bahçe ve bulvarlarda hayvan figürleri yer almıştır. “Daha sonraki dönemlerde
ise kentlerde bir dizi saat kulesi ile figürsüz mimari anıtlar ortaya çıkmıştır”32.
Modernleşme ile birlikte Türkiye’de anıt-heykeller ortaya çıkmış, Yunan
ve Roma uygarlıklarında olduğu gibi odak noktası özelliği kazanmıştır. Osmanlı
Dönemi’nde yapılmış olan atlı hükümdar heykelleri kentsel mekanda yer almamış,
siyasi liderin kentsel mekanda temsili Atatürk ile gerçekleşmiştir33. Cumhuriyet
Dönemi’nin yeni kent anlayışı içinde parklar ve meydanlar kamusal yaşamın önemli
merkezleri olarak ortaya çıkmış; bu alanlara ek olarak bulvarlarda ve dönemin
kamusal yapılarının bahçelerinde Atatürk heykelleri yer almıştır. Söz konusu
alanlar Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet, çağdaşlık ve laikliğin birer göstergesi olmuştur34.
Batı’da anıtlarla simgeleşen meydan anlayışı ülkemize ancak XX. Yüzyıl’da
gelebildiğinden ülkemiz hem anıt hem de diğer açık alan heykelleri konusunda
olması gereken yerde değildir.
Açık Alanda Heykel Tasarımı
Açık alanda heykel tasarımında dikkate alınacak olan fiziksel tasarım ilkeleri
birlik, oran, ölçek, uyum, denge, simetri, ritm ve zıtlık olarak sıralanabilir 36:
Birlik (unity): Tasarımı oluşturan elemanların birbirleri ile ilişkisiz ve dağınık
olmaması durumudur. Özellikle kentsel tasarımda elemanların görsel çeşitliliğinden
öte, görsel bir birlik oluşturmaya çalışılmalıdır. Lynch (1959)’e göre kentin
beş bileşeni (yollar, kenarlar, bölgeler, kavşaklar, düğüm noktaları) kenti bir
bütün yapmak için önemlidir. Bu bileşenlerin entegrasyonu ile güçlü bir imaj
yaratılarak kentsel tasarımın asıl amacına ulaşılacaktır.
Oran (proportion): Oran, tasarımı oluşturan elemanlardan birinin ölçü, konum
ve miktarının diğer elemanlarla karşılaştırılması ile oluşur. Buna göre, tasarımdaki
bir eleman ya da birbirleri ile ilişkili elemanlar bütün kompozisyonda baskın
olarak yer alabilirler. Kentsel tasarımda bu baskın unsur, örneğin, etrafında
kamusal yapıların yer aldığı bir kent meydanı olabilir.
Ölçek (scale): Kentsel tasarım insan ölçeği ile ilgilenmektedir. İnsanın algılayabileceği
ölçeğin yaratılmasında heykel de önemli bir elemandır. Klasik yazarlara
göre, bir yapı ya da yapıtın algılanabilmesi için yapının (ya da yapıtın) boyunun,
izleme mesafesinin yarısı kadar olması gerekmektedir. Böylece obje yatayla 27°’lik
bir açı ile izlenmiş olur. Blumenfeld’e göre 1/2 olan bu oran 9/22 olmalıdır.
Uyum (harmony): Bir yapı, yapıt ya da mekanın tasarlanmasında benzer
düzenlerin tekrarlanması ile bir veya birden fazla bileşenin baskın unsur olarak
kullanılması sonucu oluşur. Örneğin aynı ya da aynı tondaki renklerin, yatay ya da
dikey biçimlerin; aynı ya da benzer ölçü, biçim ya da dokuların tekrarı uyum yaratır38.
Denge ve simetri (balance and symmetry): “Denge, bir eksene göre
ögelerin aynı durumda tekrar etmesi sonucu oluşturulur”. Kompozisyonun bileşenlerinin
(biçim, renk, doku vb.) makul değişimi ile sağlanır. Dengeli bir yapı
görsel olarak iyi tasarlanmış bir yapıdır.
Ritm (rhthym): Kompozisyonda yer alan elemanların vurgu, aralık ve yönleri
açısından sınıflandırılmaları ile oluşur. “Ritm duygusu mekanda, ölçekte,
dokuda ve renkte etkin olarak ifade edilebilen bir örüntüyü açıklar. Yaratılan ritmik
hareket, devinim ve enerji duygusu verir”.
Zıtlık (contrast): Tasarım elemanlarının birbirlerini daha vurgulu hale getirebilmelerine
olanak veren zıtlık, tasarımı monotonluktan uzaklaştıran, ilgi uyandıran bir ilkedir. “Zıtlık çoğu zaman uyuşmazlık yaratırken aynı zamanda kompozisyona
canlılık kazandırır. İlgi çektiği ve heyecan yarattığı için önemli bir ilkedir”. Ayrıca zıtlıkların dengelenmesi kompozisyonda uyum oluşturmaktadır